Kim derdi ki bir gün çizgi roman uyarlamaları sinemanın
hakimi olacak ve karakterler ve hatta takımlar hakkında böyle çok filmler
çekilecek diye. Aslında bu süreç kendini adım adım getirdi, çizgi roman
karakterleri 1900’lü yılların ilk yarısından beri sinemaya ve diziye
uyarlanıyorlardı fakat 2000’lerin başlarında başlayan bu uyarlama dalgası
etkisini giderek arttırıyor. Karakterler bazında Superman (1978 ), Batman (
1989) gibi başarılı uyarlamaların yanında X-Men gibi bir takımın da Bryan
Singer tarafından başarıyla uyarlanmış olması ve bu başarının devam filmi ile
de pekiştirilmesi de bugün için bize çok farklı kapıları açtı. Bir takımın
filmi başarıyla beyaz perdeye uyarlandığında Avengers’in de iyi bir yönetmen
ile aynı başarıyı yakalaması mümkündü, fakat Marvel Studios’un izlediği
başarılı yollardan birisi, takımdaki neredeyse her karaktere ayrı filmler
çekmesi oldu. Böylelikle bir filmin içine sıkıştırılmış orijinlerin filmi
anlaşılmaz ve çekilmez kılmasına izin verilmemiş oluyordu. Avengers’in ilk filmi
görücü karşısına çıktığında belki de bu yüzden kafamızda pek soru işareti
yoktu. Joss Whedon’un yönetmenliğinde çıkan bu film hem başarılı hem de
etkileyiciydi. Peki ya ikinci film? Sinemadayken şuna emindim; karşımızda tam
manasıyla bir görsel şölen olacaktı ve film çok iyi olmasa da görselliği ile
konuşulacaktı.
Başta hemen şahsi
fikrimi söyleyeyim, film oldukça ortalama bir film. Kimi yerlerde zirvede kimi
yerlerde vasata yakın. Aynı zamanda filmin amacının ‘’ tek başına ‘’ bir
film olmadığını da izlediğimizde anlıyoruz. ‘’Nasıl yani? ‘’ dediğinizi duyar
gibiyim. Ama bunu birazdan anlatacağım.
Şimdi, her şeyi en
başa alalım. Film başlar başlamaz bizi aksiyon sahnesiyle, Baron Strucker’in
elindeki Loki’nin asasını almak için yapılan bir operasyon sahnesi ile
karşılıyor. Başlangıçtaki aksiyon, karmaşa hali zaten filmin geneline hakim.
Sonrasında tekrar ele geçirilen asada bulunan taş vasıtasıyla Tony Stark ve
Bruce Banner, Dünya’yı koruyacak bir yapay zeka oluşturmaya karar veriyorlar.
Tabii filmimiz burada çizgi romana bir göndermede bulunmadan edemiyor, böyle
bir projenin yıllar önce rafa kaldırılmış olduğunu öğreniyoruz filmde. Sanırım
bu bilgi Ant-Man ve Hank Pym için kullanılacak türden. Sonrasında malum
Ultron’un doğuşuna şahitlik ediyoruz ve JARVIS’i yok edişine tanık oluyoruz. Bu
sırada Ultron, Dünya hakkında bilgiler toplamayı da ihmal etmeyerek
toplayabileceği her türden bilgiyi topluyor. Amacı ise, yaratıcılarının da –
özellikle Tony Stark’ ın – istediği gibi Dünya barışı ya da barış içinde bir
Dünya, her ne derseniz…
Fakat Ultron, barış içinde bir Dünya’nın ancak tüm
insanoğlunun yok edilmesi ve yeniden başlayacak bir evrim süreci ile mümkün
olabileceğini düşünüyor, temiz bir sayfanın varolanlarla değil yeniden
varolacaklarla açılabileceği konusunda
ısrarcı bir fikre sahip. Kendisi ise dinozorların üzerine düşecek bir
göktaşı, insanoğlunu neredeyse tümüyle yok edecek bir Nuh Tufanı ( filmdeki bu
gönderme de ayrı bir güzeldi ) ve aynı zamanda evrimleşecek olan yeni türün de
rehberi… Kısacası Ultron’un kendisini Tanrı konumuna yerleştirdiğini görmek pek
de zor değil. Açıkçası bu filmde Ultron
ve robotlarının, Yeşil Feneler’de evrene düzen getirmenin tek yolunun tüm
canlıları yok etmek olduğunu düşünen Manhunters yapay zekalarından pek de bir
farkı yoktu. Bu yüzden bu düşmanı izlemek, bana bildiklerimin tekrarından başka
bir şey ifade etmiyordu. Yine de Ultron’un monologları eşsizdi, bunu da bir kenara
yazmakta fayda var. Dikkati çeken diğer iki karakter ise Maximoff Kardeşler
elbette. Şimdi ‘’ Evet, olmuş ‘’ desem bir türlü ‘’ Hayır, olmamış ‘’ desem
öteki türlü. Bir kere ilk önce Quicksilver/Pietro Maximoff’tan başlamalıyız.
Çünkü Hem DC Comics’ten Flash hem de X-Men : Days of Future Past filminden
Quicksilver gibi eş değer rakipleri varken, Age of Ultron filminde karakter
nasıldı? Hadi Flash’ı bir kenara bırakalım ve aynı karakterlerin farklı
stüdyolardaki versiyonlarına baktığımızda bile fark açık bir şekilde belli,
olmamış. Baktığımızda, filmin başından sonuna dek bulunan bu karakterin varlığı
ile yokluğu bir, filme biraz da boşuna konulmuş gibi. Zaten bunu fark
ettiklerinden olacak ki filmin sonu kendisi için pek de hayırlı olmadı. Oysa ki
Bryan Singer’in çektiği X-Men : Days of Future Past filmindeki Quicksilver
karakterine baktığımızda kısacık sürede dolu dolu işlendiğini görüyoruz
karakterin. Aynı zamanda Bryan Singer’in Quicksilver’ının Joss Whedon’un
Quicksilver’ına göre yetenekleri bakımından da daha üstün olduğunu da görmüş
olduk. Nerede kurşunların yönünü değiştiren Quicksilver, nerede kurşunlara yem
olan Quicksilver! ( Fox Studios’u bir gün övebileceğim aklıma gelmezdi ) Bu yüzden Marvel Sinematik Evreni’nde bir
daha bu karakteri görmeyecek olmamızın herhangi bir üzüntüsünü hissetmiyorum. Wanda
Maximoff yani Scarlet Witch’e geldiğimizde ise işler biraz değişiyor, sonraki
filmlerde kendisini görebilecek olmak beni sevindiriyor açıkçası. Tamam, bu
filmde potansiyelini tam manasıyla göremedik belki, yine de sonraki filmlerde
bizi kendisine hayran bırakacağını düşünüyorum.
Filmin diğer bir güzelliği ise evrenine Wakanda topraklarını
da dahil etmiş olması. Böylelikle Black Panther da evrene girmemiş olsa da,
adım adım geldiğini hissettirmiş oldu. Wakanda demişken, Andy Serkis’in
oynadığı Ulysses Klaue (Klaw) için çok bir beklentim yoktu, karşılanmayı
bekleyen bir beklenti olmayınca karakterin çok kısa bir süre için, Ultron’un
hışmına uğraması amacıyla filme konulması pek de göze batmıyor. Ancak karakteri
yine Andy Serkis’in oyunculuğuyla Black Panther filminde görülme ihtimali
olduğunu da unutmamakta fayda var.
Şimdi yönümüzü
değiştirip, başından beri tanıdığımız karakterlere odaklanalım. Hatta bu işe
Natasha Romanoff ile başlayalım ki tam olsun. Kendisinin Captain America ile
flörtleştiğini artık hepimiz biliyoruzdur, Captain America : Winter Soldier’i
hatırlayanlar bu filmi izlerken bence oldukça şaşırmıştır. Aslında Avengers’ın
ilk filminde Hawkeye ile flörtleştiğini ve daha sonra Captain America ile
flörtleştiğini söylersek daha doğru olur. Age of Ultron’a geldiğimizdeyse Bruce
Banner yani nam-ı diğer Hulk ile flörtleştiğini görüyoruz. Bu noktada ise
düşündüğüm şu oldu; Joss Whedon kendi çektiği Avengers filmleri dışındaki diğer
filmleri önemsemiyordu, bu yüzden ilk filmin devamı Age of Ultron’da da Bruce
Banner ve Natasha Romanoff aşkını işlemeyi uygun görüyordu. Sizi bilmem ama ben
gerçekten böyle düşündüm. Durum böyle olunca da zaten birçok kişi ile
flörtleşmiş olan Natasha’nın bu filmdeki Bruce Banner aşkı oldukça tatsız ve
‘’olmamış’’lıktan öteye gidemiyor. Zaten Hollywood filmlerinde bir erkek, bir
kadın ve aralarındaki aşk konusunun sürekli işleniyor olması ise durumu iyice
sıkıcı yapan diğer bir unsur. Ama asıl
şaşırtıcı olan ise Hawkeye’nin aslında evli olduğunu öğrenmemiz sanırım. Hiç
kimsenin beklemediği bir durum bu, şaşırtıcı da ama yine de ilk filmin yarısını
Loki’nin piyonu olarak geçirmiş ve ikinci filmde de filmin yarısı boyunca pek
de üzerinde durulmamış bu karakterin evli olup olmaması bizi pek ilgilendirmedi
sanırım. Ama yine de çizgi romana dair ufak göndermelerden biri de bu karakter
üzerinden yapıldı; son dövüş sahnesinde Hawkeye’nin elindeki ‘’ üç tane
pençeyi’’ andıran oklarından bahsediyorum, açık bir şekilde Wolverine
göndermesiydi bu.
Captain America ve
Iron Man ikilisine geldiğimizdeyse, film boyunca İç Savaş’ın gümbür gümbür
geldiğini diyalogları ve yaptıklarıyla hissettirdiler. Örneğin Vision’un
canlandırılması esnasında Captain America’nın kalkanıyla Tony Stark’a
saldırdığı sahne olsun, Clint Barton/Hawkeye’nin evinin önündeki diyalogları
olsun bunu gösteriyordu. Aynı zamanda hikayesel manada Iron Man ile alakalı bir
gönderme de mevcuttu. Age of Ultron hikayesini okuduysanız, kahramanların
geçmişe gitme planlarını ve bu planlar yapılırken Wolverine’nin takındığı tavrı
hatırlıyorsunuzdur. Wolverine, Hank Pym’in öldürülmesinden yanaydı çünkü bir
bilim adamının konuşularak bir teknolojiyi üretmesinin engellenemeyeceğini
savunuyordu. Tam da bu noktada Tony Stark, Vision’u canlandırma işlemleri
yapılırken Captain America ve ikizler ona karşı çıkıp ‘’konuşarak’’ durdurmak
istediklerinde durmamayı tercih etmesi buna güzel bir örnekti, karakterleri
kullanamasalar da çizgi romandan bu tarz ufak göndermeler yapmaları sevindirici
oldu.
Gelelim Hulk ve Iron Man kavgasına. Bana kalırsa filmin
herkesçe kabul gördüğü üzere en tatmin edici sahnelerinden birisi olsa gerek.
Çok da zorlamadan ve tadında bırakılarak bu dövüş sahnesinin üzerinden oldukça
başarılı bir şekilde kalkılıyor. Ayrıca en çok beğendiğim sahnesi ise Maria
Hill ile Captain America arasındaki konuşma sahnesiydi. Maria Hill, ikiz
kardeşlerin güçlerini uzun uzadıya anlattıktan sonra Captain America’nın çok da
bilimsel bir açıklama beklemediğini
göstermesi beni en çok memnun eden sahneydi diyebilirim. Evet, çizgi roman
uyarlamalarında realizmin suyunun çıkarılması dönemine artık yavaştan bir son
verilmesi lazım bence de. Çok bir şey
bilmeye gerek yok, Quicksilver hızlı, Scarlet Witch ise garip özelliklere
sahip, bu kadar.
Yazının başlarında
Age of Ultron ile ilgili ‘’tek başına bir film olamaması’’ndan
bahsetmiştim. Böyle düşünmemin nedeni aslında çok basit, film aslında tam bir
ara geçiş filmi, tek başına hiçbir anlam ifade etmezken kendisinden önceki
filmler ile sonraki filmler arasında bir köprü. Bu filmi kabul edilebilir
bulmamızın tek yolu da bu aslında, çünkü diğer türlü film sınıfta kalmaya
mahkum. Eğer bu filmi bir köprü olarak görür ve öyle izlersek ortalama bir film
olarak düşünebilir ve filmin tadını daha çok çıkarabiliriz. Peki bu film bize
neyi veya neleri hazırladı? İlk bahsedilmesi gereken husus sanırım İç Savaş
olsa gerek. Avengers’in ilk filminden beri Tony Stark ile Captain America
arasında bir çekişme var, ilk filmdeki biraz ‘’akıl oyunu’’ denilip
geçiştirilebilir olsa da, bu filmde iki karakterin de birbirine her an
saldırmaya hazır olduklarını gördük. Loki’den kalma asadan da bu filmle
kurtulmuş olup, aynı zamanda asadaki taş sayesinde Vision’un da aramıza
katılması ile Thanos’un da yolu açılmış oluyor. Sonuçta eldivenindeki taşları
tamamlamak için elbette ki Vision’un alnında bulunan taşa da ihtiyacı var ve bu
durum, Thanos’un Dünya’ya gelmesine sebep olacak gibi duruyor. Son olarak
Ultron kabul edersiniz ki bu filmde oldukça sönük bir düşman, hatta oldukça
başarısız ve mantıksız kurgulanmış bir düşman. Nerede Age of Ultron hikayesi
ile kahramanlarımıza kök söktüren Ultron, nerede bu filmdeki Ultron! Ancak
unutmamamız gerekir ki Ultron, evrimleşerek sürekli kahramanlarımızın karşısına
çıkmış bir karakter ve ben nedense Ultron’un gelecekteki Infinity War
filmlerinde veya daha sonra çekilmesi muhtemel filmlerde tekrar karşımıza
çıkacağını düşünüyorum.
Bu filmle beraber
Avengers takımımız yenileniyor aynı zamanda. Gidenler takımın önemli isimleri
olsalar da gelenlerin beni fazlasıyla sevindirdiğini söyleyebilirim. Thor, Tony
Stark, Hulk ve Hawkeye ekipten ayrılırken onların yerini Scarlet Witch, War
Machine, Vision ve The Falcon alıyor. Fark edeceksiniz ki gelenler ile gidenler
arasında bir uyum var, bu konuya da değinmekte fayda var. İlk başta ekibin
önemli üyesi Tony Stark yani Iron Man gidiyor ama yerine en yi arkadaşı James
Rhodes yani War Machine geliyor. Yani bir zırhlı giderken diğer bir zırhlı
karakter geliyor. Ayrıca Tony Stark’ın filmin başında verdiği partide James
Rhodes’in ‘’gülünmeyen hikaye’’ sahnesine baktığımızda, kendisini ilk
tanıyışımızdan beri ciddi olan bu karakterin Tony Stark gibi esprili bir hale
getirilişi de buna işaret ediyor. Thor da malumunuz ekibimizin ‘’Şimşek
Tanrısı’’ ve yerine geçen kişi de Scarlet Witch oluyor, yani ekibimizin yeni
bir süper güçlüsü ve hatta ‘’mucize’’ olarak bir tanrıdan bile daha çok hayret
uyandırıcı. Gücünün sınırlarını pek kestiremediğimiz Hulk’un yani ‘’Yeşil
Dev’’in yerine ise yine yeşil kostümlü ve yine gücünün sınırlarını
kestiremediğimiz, alnında evrenin en büyük gücünü taşıyan karakterimiz Vision
geliyor. Hawkeye ve The Falcon arasında isimler baktığınızda bile anlayacağınız
bir yer değiştirme söz konusu.
Böylelikle uzun bir
inceleme ile filmimiz hakkında tüm söylenebilecekleri söyledik sanırım. Dürüst
olmak gerekirse beklentiler oldukça fazlaydı ve benzer beklentilerle giden
birçok seyircinin bu filmden oldukça üzgün ayrıldığına eminim. Hem beklentiler
nasıl düşük olabilirdi ki? Age of Ultron hikayesini okumuş olan herkesin, sadece
filmin adıyla bile neler neler aklından geçirebildiğini az çok tahmin
edebiliyorum. Ayrıca bu kadar reklam ve tanıtımın ardından beklentiler, elbette
ki tavan yaptı çünkü Marvel Studios bu filme oldukça güvendiği izlenimini
veriyordu. Ancak bu film, birçoğumuz için hayal kırıklığı olmaktan öteye
gidemedi.
''Hellbazer''
0 yorum:
Yorum Gönder