Artık Adventures of
Superman dizisinin son incelemesine gelmiş bulunmaktayız. Hem sezonu kendi
içinde değerlendirip hem de altı sezonun bende bıraktığı genel izlenimi
sizlerle paylaşacağım bu incelememde.Doğruyu söylemek gerekirse dizinin bitişi
beni üzdü, tabii ki tekrar izleyeceğim canım istediğinde fakat hiçbir zaman ilk
izlediğim anın tadını bulabileceğimi sanmıyorum.Lafı uzatmaya gerek yok artık
incelemeye başlayabiliriz.
Son sezon, final sezonu
olarak üstüne düşeni fazlasıyla yapıyor.Geçtiğimiz sezonlarda olduğu gibi yine
birden fazla yönetmen var işin içinde ancak bu sezon tam bir yönetmen karması.İlk
sezonlardan hatırladığımız Thomas Carr, Philip Ford, George Blair, Howard
Bretherton, Lew Landers ve son olarak George Reeves.Anlayacağınız bu sezon çok
farklı yönetmenlerden hoş ve güzel bölümler izlemenin tadı ayrıydı.Tabii ki
ortalamayı düşüren bölümler vardı ancak son üç bölüm, çıtayı yükselten bölümler
olarak hafızama kazındı.Harry W. Gerstad’ ın yönetmenler arasında olmaması
aslında bana kalırsa dizinin final sezonu için bir kayıp, çünkü bir önceki
sezonlarda hatırlarsanız kendisi dizi için tam bir kurtarıcıydı.Ben, Thomas
Carr yerine Harry W. Gerstad’ ın olmasını isterdim fakat kendisini izleme
şansına sahip olamadık bu sezon.
Her şeyden önce belirtmem gerekir ki aslında
dizi tam bitmesi gereken bir zamanda bitti.Çünkü geçen sezon artık
yaşlandıklarını hissettiğim oyuncular bu sezonda artık bunu pek
gizleyemiyorlar.Bunu negatif bir durum olarak düşünmeyin, dizi eğer devam
ediyor olsaydı gelecek sezonlarda belki performansları etkileyerek negatif bir
durum olmasına sebep olabilirdi ancak bu sezon için böyle bir durum söz konusu
değil.Saçlarında beyazları olan bir Superman izlemek beni pek rahatsız
etmedi açıkçası ama siz ne düşünürsünüz
onu bilemem tabii ki.
Sezonun genel
değerlendirmesinden önce, beğendiğim ve sizin de beğeneceğinizi düşündüğüm bazı
bölümlere bakalım.Mesela yönetmenliğini Thomas Carr’ ın yaptığı ilk bölüm ‘’
The Last Knight ‘’ adlı bölüm, sezona başlangıç ve ilk kanaat için gerçekten
iyi bir bölüm diyebilirim.Bölümün isminden de anlaşılacağı üzere, dizide
şövalye(ler) mevcut, her ne kadar düşündüğümüzde absürt olduğunu fark etsek
bile AoS’ de korsanlar, büyüler görmüş bu gözler bunu pek yadırgamadı
açıkçası.Açık konuşmam gerekirse de Thomas Carr’ dan daha fazlasını da
beklemiyordum, başlarda gayet güzel bölümlere yönetmenlik yapmış olsa da
dizinin geneli için en başarılı yönetmen hiçbir zaman olmadı, olamadı benim
için.
Tabii en çok şaşıracağınızı düşündüğüm bölüm
ise ‘’ Divide and Conquer ‘’.Bir Latin Amerika ülkesine, Başkan Patillo ile görüşmek
için giden Daily Planet ekibi, ülkede dönen iç hesaplardan habersiz başkanla
görüşürken odadaki bombayı fark eden Clark Kent, iş arkadaşlarını odadan
çıkarıyor çıkarmasına ancak Superman olarak odaya tekrar dönüp başkanı
kurtardığında olanlar oluyor.Tabii
suikasti planlayan başkan yardımcısı Obreon ve kabine üyesi Philippe Gonzalez,
bir şekilde Superman’ i hapishaneye göndermenin yolunu buluyorlar, Superman de
bu işin ardındaki sorumluları bulmak için hapishaneye girmeyi kendince uygun
buluyor.Ancak bir sıkıntı var, hapishaneden kaçtığı anlaşılmadan bu olayı
çözmek zorunda.İşte bu noktada da Profesör La Serne’ nin teorisi devreye
giriyor.Profersör La Serne’ ye göre Superman için ikiye bölünebilmesi mümkün (
kendini kopyalaması ) fakat bu bölünmenin sonunda tekrar birleşebileceği de
meçhul ve önemli diğer nokta ise Superman’ in
bölündükten sonra güçlerinin de yarı yarıya azalacak olması.İşte bu
zorlu koşullarda kahramanımız olayı nasıl çözecek ? İşte bunu izleyerek
görmelisiniz.
Biraz uzun bir inceleme olacağa benziyor ancak
birkaç bölümü daha konu itibarıyla anlatmazsam incelemeye geçmek
olmaz.Gerçekten beğendiğim diğer bir bölüm de ‘’ The Mysterious Cube
‘’.Yaklaşık yedi yıldır ortadan
kaybolmuş olan suçlu Paul Barton, farklı bir materyalden yapılmış bir küpün
içinde yaşamaktadır ve yasal olarak kısa
bir süre sonra ölü ilan edilecektir.Paul Barton’ un bu küpün içinde
yaşadığından şüphelenen Müfettiş Henderson, Superman’ in de yardımıyla bu
gizemi çözmeye çalışacaktır.Superman ise ardını göremediği ve içine giriş
kapısı bile bulunmayan bu küpün içine bir şekilde girebilmek için tekrar
Profesör La Serne’ den bilgi alacaktır.
İki bölüm boyunca Profesör La Serne’ yi görünce gözler
kimi aradı dersiniz ? Tabii ki Profesör Pepperwinkle’ yi.İşte ‘’ The Gentle
Monster ‘’ da kendisini tekrar görüyoruz.Sadece bu bölümde de değil, ‘’ Big
Forget ‘’ ve final bölümü ‘’ All That Glitters ‘’ bölümlerinde de kendisini
görme imkanımız oluyor.Eğer bir bölümde Pepperwinkle varsa, yeni bir icat da
var ve bu icat da başa dert olacak demektir.Mesela ‘’ Big Forget ‘’ bölümünde
profesörümüz, yakın geçmişi unutturan Anti-Memory Vapor formülüyle , ‘’ The
Gentle Monster ‘’ bölümünde ise Mr. McTavish adlı robot ile ve ‘’ All That
Glitter ‘’ bölümünde ise hepsinden daha farklı bir şey ile, Positive K
formülüyle karşımıza çıkıyor.Geçtiğimiz sezonlarda da icat edilen bir robotun
suçlular tarafından ele geçirilerek kötü amaçlarla kullanıldığını biliyoruz, bu
o kadar özgün bir fikir değil lakin ‘’
The Gentle Monster ‘’ istenilen aksiyonu verebilen bir bölüm olarak seyirlik,
güzel bir bölüm olarak düşünülebilir.Ama son bölümdeki Positive K formülü
gerçekten – beklenilmeyen – bir final için gayet güzel bir bölüm ortaya
çıkartıyor, neden mi ? Çünkü bu formülü kullanan kişiler Superman’ in güçlerine
sahip oluyor.İşte böyle bir bölüm sayesinde Lois Lane ve Jimmy Olsen’ ı Superman
gibi rahatlıkla çeliği bükerken hatta uçarken görebiliyoruz.*
Gönül ister ki tüm bölümlerden
konu olarak bahsedeyim ancak bunu hem sizin izleme isteğini azaltma tehlikesi
taşıyacağından hem de bir an önce incelemeye başlama isteğimden dolayı
yapamayacağım.Yukarıda da söylediğim gibi hem dizinin altı sezonluk genel bir
panoramasını ortaya koyacağım hem de sezonu kendi içinde değerlendireceğim.O
zaman ne duruyoruz, incelemeye başlayabiliriz.
Öncelikle dizinin bu sezonda bütçesini
arttırdığı belli oluyor, en azından önceki sezonlara göre daha kaliteli
olduğunu hissettirebiliyor bu açıdan.Sonuçta dizi sektöründe her zaman işler bu
şekilde ilerler, ilk başta çok büyük olmayan bütçelerle başlarken dizi
kendisini kanıtladığında hiç değilse kemik bir izleyici kitlesine sahip oldukça
doğal olarak bütçe de artar.
Yönetmenler karması olan bu sezonda George
Reeves’ in yönettiği son üç bölümü gerçekten başarılı buldum ( The Brainy
Burro’ yu pek dahil edemesem de ) ama genel manada sezonun birkaç göze çarpan başarısız
bölümün dışında altıncı sezon beni tatmin etti diyebilirim.Daha özenle
hazırlanmış hikayeler, daha ilgi çekici konular ve George Reeves’ in bize
Superman olduğunu her bölümde hissettirebilmesi sayesinde Superman seven
herkesin ilgiyle izleyebileceği bir sezon var karşımızda.
‘’ Peki Superman’ i
sevmeyenler ne olacak ? ‘’ dediğinizi duyar gibiyim.Dürüst konuşmak gerekirse
önce Superman’ i sevip sonra bu diziyi izlemeniz en mantıklı hareket
olacaktır.Önce çizgi romanlarını okumak en doğrusu( ayaküstü birkaç
önerim bile olabilir Superman : For All Seasons, Superman: Earth One, All Star
Superman veya Death of Superman gibi ).Yılına
göre pek yadırgamadığım gibi fazlasıyla eleştirdiğim yönleri olsa dahi bu altı
sezon bir çizgi roman okuyucusu – ve
Superman hayranı – olarak beni memnun etti diyebilirim.Hatta Superman’ i ilk
defa Man of Steel’ de kelepçeli olarak görenlerin şaşkınlığına karşın aslında
bunun 50’ li yıllarda demir parmaklıklar ardında bir Superman ile
karşılaşabileceğimizi görünce aslında Man of Steel’ de gördüğümüzün pek de
şaşırılacak bir şey olmadığını fark etmiş oldum.Anlayacağınız bir hayran
olarak, karakterin sinematik evren kültürünü ediniyor olmak da bu nedenle büyük
bir zevk bana kalırsa.
George Reeves gerçekten unutulmaz bir
Superman.Hayatının ve kariyerinin son ürünü olan Adventures of Superman ile
aslında bilmeden bile olsa – o yıllarda bu kadar zirve olduğunu sanmıyorum –
her şeyi zirvede tamamlayarak aramızdan ayrıldı George Reeves.Ölümü hala bir
sır olarak kalsa da, George Reeves birçok başarılı performansıyla gönüllerde
taht kurmayı başardı, ölümsüzleşti.Belki gerçekten depresyondaydı belki de
hayatı içinde karanlık bazı temaslarından dolayı öldürülmüştü, bilemeyiz, tek
bildiğimiz şey onun gerçekten bir Superman olduğu.
Dizi belli başlı sıkıntılarını aslında sonuna
dek sürdürdü.Mantık hataları, senaryo basitlikleri, sürekli aynı sahnelerle
karşılaşıyor olmamız ( uçma-kaçma sahnelerinde ), ana kadro dışındaki
oyuncuların hemen hemen hep aynı olması gibi önceki incelemelerde de okuduğunuz
sıkıntılar dizi boyunca hep oldu.Eğer diziyi izlerken sevemezseniz bunlar sizi
eminim ki diziden soğutacaktır.Ancak
diziden biraz tat alabildiğiniz takdirde, bazı şeyleri kolaylıkla sineye çekip
dizinin akışına kendinizi bırakabiliyorsunuz.
Şimdi dizinin ardından neler oldu, isterseniz biraz
da bunlara göz atalım isterseniz.
Perry White rolünü oynayan John Hamilton’ dan
başlamak istiyorum.Adventures of Superman dizisinin ardından John Hamilton da
aynı yıl ( 15 Ekim 1958 ) hayatını kaybetti yani anlayacağınız George Reeves
gibi onun da son kez kamera karşısına geçişiydi bu dizi.Perry’ nin Jimmy’ e ‘’ Bana şef deme ! ‘’ diye
bağırışını, ‘’ Yüce Sezar’ ın ruhu ‘’ demesini** hep özleyeceğim.
Müfettiş Henderson rolünde izlediğimiz Robert
Shayne’ i ise diğer Superman filmlerinde bir daha göremeyeceğiz.Batman için Jim
Gordon ne ise bu dizide Superman için de oydu Müfettiş Henderson, ancak
karakter olarak da bir daha göremedik kendisini.Bu diziden sonra oynadığı diğer
çizgi roman uyarlaması dizi ise Flash :
TV Series idi ve bu dizi de onu ölümünden önce ( 29 Kasım 1992 ) son kez karşımızda görmüş olduk.
Gelelim Jimmy Olsen rolündeki Jack Larson’
a.Kendisi bu dizinin ardından birçok Superman uyarlamasında yer buldu
kendisine, bulmalıydı da bana kalırsa.Önceki incelemelerimde de bahsettiğim
üzere Jimmy Olsen’ ı bana sevdiren, dizinin eğlence ve biraz da çocuksuluk
unsuru olarak gayet iyi bir iş çıkaran Jack Larson olmuştur.İşte bu yüzden
kendisi gelecekte tekrar tekrar kendisini göstermiştir dizi ve
sinemada.Adventures of Superman’ dan sonra Superboy, Lois and Clark ( ki burada
da yaşlı Jimmy rolünde oynamıştır ) dizilerinde ve son olarak da Superman
Dönüyor’ da Barmen Bo ( hatırlayacaksınız AoS dizisinin dördüncü incelemesinde
bahsetmiştim ;Bibbo Bibbowski ) rolünde görme şansına sahip olduk.
Son olarak benim için
unutulmayacak bir Lois Lane olan Noel Neill’ den bahsedelim.Kendisi ilk
incelememizden bu yana ( Superman and The Mole Men ve AoS’ nin ilk sezonu
dışında ) hep Lois Lane olarak karşımıza
çıktı.İlk incelememden bu yana söylüyorum ki oyuncu olarak kendisini çok
sevdim, kendisi Lois Lane rolüne o kadar yakışmıştı ki…Tabii bu kendisini son
görüşümüz olmayacaktır, Superman : The Movie’ de kendisini Kirk Alyn ile
beraber Lois Lane’ in annesi rolünde küçük bir sahnede, Superboy’ da ve son
olarak da Superman Dönüyor’ da Gertrude Vanderwort ( ilk sahnelerde Lex Luthor’
un ölen eşinden bahsediyorum ) olarak izledik.
Böylelikle Adventures of
Superman dizisinin son incelemesi de bitmiş oldu.Önce Kirk Alyn’ e alışan,
sonrasında George Reeves ile tanışıp onu gerçek bir Superman olarak kabul eden
gözlerim artık 50’ li yılları ardında bırakarak yerini yeni oyunculara, dizi ve
filmlere alıştırmak zorunda kalacak ancak bu diziyi hiçbir zaman
unutmayacağım.Önceki incelemelerime kıyasla daha uzun olan bu incelemenin
ardından hepinize iyi seyirler diliyorum, hoşçakalın.
*
Lois Lane’ in Superman güçlerine sahip olduğu çizgi romanlarla karşılaştık
elbet ama en bilindik olanı All Star Superman’ dir.Ayrıca Lois and Clark
dizisinde de bu tarz bir bölüme şahit
olacağız.
**
Smallville ‘ nin final bölümünde Perry White’ ın odasından ‘’ Yüce Sezar’ ın
ruhu ‘’ diye bağırdığına şahit olabilirsiniz.
‘’
Hellbazer ‘’
0 yorum:
Yorum Gönder