Birkaç gündür Superman’ in
siyah-beyaz klasik çizgi romanlarını okuyorum.Yeni yayınlanan çizgi romanların
yanında sahaflardan da klasik çizgi romanlar almayı ihmal etmeyen biriyimdir,
siz hiç okudunuz mu o çizgi romanları bilmem ama onların verdiği tat çok daha
farklı.Yeni çıkan çizgi romanlardan farklı olarak daha basit kurguları var,
daha dinlendirici, daha keyifli.Diğer bir yandan da beni şaşırtıyor bu
klasikler, çünkü ana karakterlerin dışında az tanınan yan karakterler de karşımıza
çıkabiliyor ve bazen sadece kişiler değil,
konu ve olaylar da öyle.O yüzden sadece nostaljik filmleri değil,
bu çizgi romanları da öneriyorum
herkese, aklınızın bir köşesinde bulunsun.
Artık dizimizin 5. sezonundayız ve sona bir
adım kaldı.Uzun zamandır izlediğim bu diziye veda etmek için yavaş yavaş
hazırlıyorum kendimi.Tabii veda ederken de size bir müjde de vereceğim; bundan
böyle ara incelemeler devri başlıyor. Superman’ in sinema ve dizi serüvenini
incelerken bunun yanında konumuzla bağlantılı ara incelemeler de olacak ama
hangi ara incelemenin ne zaman geleceği sürpriz olarak kalacak, hazırlıklı olun
derim.
Bu sezon incelemesi de
sanırım tıpkı ikinci sezon gibi eleştiri bombardımanıyla geçecek benim
için.Çünkü sezon içerisinde genel olarak rahatsız edici bazı şeyler var.Sezonun
olumlu yönleri yok değil, bunların hepsini anlatacağım tabii ki.Eleştiri
bombardımanı dedim de ilk incelememe başladığım zaman söylediklerimi hiçbir
zaman unutmadım, gereksiz eleştiriler değil, her filmi-diziyi yılına göre
eleştiriyorum, öncesinde de böyle yaptım ve bugün okuyacağınız eleştiri yazımda da aynı tutumu
sergileyeceğim.Emin olun bu tutumu
sergilemeyen birisi olsaydım, daha neler yazardım kim bilir.
George Blair yönetmenliğindeki sezonun ilk
bölümü ‘’ Peril of Paris ‘’ isminden anlaşılacağı üzere Paris’ te geçiyor (
Gerçekten Paris’ te değiller tabii stüdyoda çekiliyor ).Ancak bölüm başlar
başlamaz o da ne ? Müfettiş Handerson çıkıyor karşımıza.Şimdi ‘’ Bunda ne var ?
‘’ diyeceksiniz, demeyin.Çünkü Müfettiş Handerson’ u oynayan Robert Shayne’ e
bir takma bıyık takmışlar olmuş sana Müfettiş Lonier.Sonrasında Paris’te
Fransız aksanıyla İngilizce konuşan kişiler de bana kalırsa ayrı bir
fiyaskoydu, ilk bölümden sezona böyle bir giriş yapınca ister istemez sezonun
geri kalanı hakkında pek de olumlu şeyler düşünemedim.Sezona gerçekten mükemmel
başlangıç yapılabilecek bir bölüm, senarist ve yönetmen katliamına uğramış bana
kalırsa.
George Blair, sezonun geneline hakim olan
yönetmen olarak pek başarı sağlayamıyor,
Harry W. Gerstad ona göre daha başarılı olsa dahi bu sezon önceki sezonlar
tadında bölümler çıkaramıyor karşımıza.Bölümler çocuk kandırmacası gibi
olmuş, birkaç tane iyi bölümün dışında
sezonu izlenebilir kılan hiçbir şey yok ! Onun dışında ayrıca değineceğim bir
konu daha var, zamanı geldiğinde bahsedeceğim.
Önceki sezonlarda Superman hiç değilse
düşmanlarına bir yumruk çakar öyle yere sererdi.Şimdi böyle mi ? Daha ellerini
kaldırır kaldırmaz düşmanlar gözlerini şaşı yapıp, dillerini ağzından çıkarıp
yere seriliyorlar.Son dediğimde ciddiyim, her bölüm aynı maskaralığı gördüm,
izlemekten sıkıldım.Superman karakterini sevmiyor olsam, bir saniye bile
izlemeye devam etmezdim.Hani başından beri bu saçmalığı yaparsın, anlarım ama
geçmişte yaptığı kaliteli işlere bir kez bile dönüp bakmıyor mu insanlar ?
Çocuk olsaydım bu bölümleri belki beğenirdim ama ‘’ çocuk olsaydım ‘’.
Yan karakterlerin pek
beğenmediğim oyunculuğu, çocuk kandırmacası bölümlerin yanında tüm sezon için
bahsetmek istediğim diğer bir husus da senaristler.Senaristlerin derdi neydi
bilmiyorum ancak tüm sezon boyunca yazdıkları basit senaryolar, bende bu işi
isteyerek yapmadıkları izlenimi uyandırdı.Çünkü tüm sezon boyunca hep aynı
şeyleri kullandılar, her sahne hep tahmin edilebilirdi.İlk gördüğünüzde yenilik
olarak kabul edebileceğimiz şeyleri bile
sürekli kullanarak, diziyi en diplere kadar çekme ‘’ başarısı ‘’ gösterdiler.
Körle yatan şaşı kalkar derler, Harry W.
Gerstad için de gerçekten aynısı olmuş, sezonu kurtaran bölümlerin sahibi
kendisi olmasına rağmen yaptığı sezon finali akıllara zarar.Geçen sezon
hatırlarsınız, bilim araştırmaları yapan Perry White’ dan bahsetmiştim.Şimdi
bilim araştırmaları yapan kişi kim dersiniz ? Jimmy Olsen.Hem de bulduğu şey
durgunluk verici; anti – yerçekimi formülü ! Anlaşıldı A.B.D’ de herkes bilim
adamı ! Geçen sezon finali gibi bu sezon finali de olmamış, nerede eski sezon
finalleri.
Şimdi gelelim yukarıda ‘’ Bahsedeceğim ‘’
dediğim konuya.Ben bir hayvan severim.Hayvanların insan eğlenceleri için
kullanılmasına tamamen karşıyım.Çünkü onların yaşamaları gereken yer
doğalarıdır, sirkler veya yapay havuzlar değil, hayvanat bahçesi denilen o
hapishane hiç değildir.İşte bu düşüncemden hareketle tüm sezonların belki en
iğrenç ve canımı sıkan bölümü, on birinci bölüm olan ‘’ The Stolen Elephant ‘’
idi.Yönetmenliğini yine Harry W. Gerstad’ ın yaptığı bu bölümde, oldukça
sevimli yavru bir fil var ve bölümün isminden anlaşılacağı üzere
kaçırılıyor.Ancak file bölüm içinde yapılan eziyet kalmıyor, oyuncular fili
stüdyo içerisinde oluşturulmuş ahıra sokmak için kulağından, kuyruğundan
çekiyor, zorla itiyor kakıyor.İzlediğim en iğrenç bölümdü, daha fazla
anlatmamın gereği yok.Tek söylemek
istediğim, biz insanlar kadar onlar da canlı, dünyada kendi doğalarınca
yaşamayı en az bizim kadar hak ediyorlar, bu asla unutulmasın !
Tabii sezonda iyi
bölümlerde yok değildi, biraz da onlardan bahsederek kendime geleyim.Hatırlarsınız
geçen sezon Prof. Pepperwinkle’ den bahsetmiştim, hatta tekrar görebileceğimizi
de ima etmiştim.George Blair’ in yönetmenliğindeki sezonun dokuzuncu bölümünde
Prof. Pepperwinkle yeniden garip bir
icatla karşımıza çıkıyor; De – Atmosphering Chamber.*Tam Türkçe’ ye
çeviremediğim(iz) bu isme sahip icadın işlevi kişi veya kişileri telefon hatları ile bir
yerden başka bir yere göndermek.Tabii saf profesörümüz Pepperwinkle yine
istemeden bu icadı yine suçluların malzemesi haline getiriyorsa da günü kurtaran bir kahraman olduğu sürece sıkıntımız
yok.
Yukarıda da bahsettiğim gibi sezonun asıl
kurtarıcısı Harry W. Gerstad oldu benim için.Her ne kadar sezon finali başarılı
olmasa da, The Town That Wan’t ve Mr. Zero adlı iki bölüm o boşluğu gayet iyi
dolduruyor.
Şimdi öyle bir şehir düşünün ki, polisi var,
mahkemesi var, hapishanesi var ama aslında yok.Çok aklınız karışmasın, kısaca
şöyle söyleyeyim, düzmece bir şehir, düzmece bir adalet sistemi ve o adalet
sisteminin hapse tıktığı veya parasını alarak gönderdiği insanlar bölümün
konusu.Sezonun belki de en mantıklı ve dişe dokunur bölümü olarak bana kalırsa
tam puanı hak ediyor The Town That Wan’t.Bir diğer bölümümüz de Mr. Zero ve en
ilgi çekici bölüm.Neden mi ? Çünkü artık Superman dışında farklı bir uzaylı
ırkın üyesiyle tanışıyoruz.Mars’ tan gezegenimize sürgüne yollanan Mr. Zero,
kendisinin bile sonradan keşfettiği güçlere sahip ve Dünya’ da bu güçlerin de
kullanmaktan pek çekinmiyor.Peki Mr. Zero gezegenine geri dönebilecek mi yoksa
Dünya’ da kalıp bir kahraman mı olacak veya aramıza karışıp bir insan gibi
yaşamını devam mı ettirecek ? İşte bunu izledikten sonra görebilirsiniz.
Şimdilik bir incelemenin daha sonuna geldik,
şimdiden herkese iyi seyirler diliyorum, hoşçakalın..
* Ana ekip ve Genç Tççt arasında yapılan tartışmalar sonucunda tam olarak Türkçe karşılığı olmasa da Türkçe olarak kullanılabilecek birkaç isim seçeneği oluşturduk. De - Atmosphering Chamber için Işınlanma Kabini, Teleportasyon Odası, Yeniden Atmosferlendirme Odası gibi birkaç Türkçe seçenek düşündük.
'' Hellbazer ''
0 yorum:
Yorum Gönder