Televizyon dediğimiz aygıt
bundan yıllar yıllar önce, 1923 yılında İskoç bir mühendis olan John L. Baird
tarafından icat edilmiş olup, ilk çıktığı yıllar öyle herkesin erişemediği,
herkesin karşısına oturup izleme olanağı olmayan bir teknoloji ürünü idi.O
zamanlar siyah-beyaz formatta yayın yapabilen bu icat, zenginlerin evini
süsleyen, onlara seyir keyfi yaşatan bir aygıttı.Tabii siyah-beyaz başlayan bu
macera 1950’lerde renk değiştirdi.Daha doğrusu renklendi.İşin güzel yanı sadece
televizyonlar renklenmedi, televizyon programları da renklendi
çeşitlendi.1920’lerde başlayan, geçmişten günümüze çeşit değiştiren ve bugün de
hala hayatımızda olan televizyon her ne kadar genç kuşak tarafından yerini
internete terk etse de hala hayatımızın bir parçası.Bunun iyi olup olmaması
tartışılır elbette.
Artık AoS dizisinin üçüncü sezonundayız.Önceki
iki sezonu iyisi ve kötüsüyle atlatıp artık yeni bir sezona adım atmış
bulunuyoruz.İncelemeye başlamadan belirtmem gereken bir husus var, dizimiz
bundan böyle her sezonu 26 bölüm sürmüyor, 13 bölüm sürüyor.Bu yüzden de artık
her sezona bir inceleme yazmayı yeterli
olacağı düşüncesine vardığımdan, bu sezonu saymazsak son üç sezon için son üç
inceleme kaldı diyebiliriz.
Size şunu söylemek istiyorum.Dizi beni çok
şaşırtan bir gidişata sahip.İkinci sezon sonradan kendini affettirmiş olsa da gerçekten hatalarla dolu
ve kötü giden temposu, heba edilen fikirleri ile aklımda yer etmişti
açıkçası.Her şey böyle gider diye düşünüyordum, yani koskoca bir sezon hem de
26 bölüm boyunca süren sıkıntılı bir sürecin ardından dizinin toparlanacağını
pek sanmıyordum.Hal böyle olunca da üçüncü sezonun 13 bölüm sürecek olması beni
sevindirdi, yanlış anlamayın sakın üçüncü sezonu izlemeden önce sevindirdi.Ama
hayat bu, hiçbir zaman beklediğin gibi olmaz her şey !
Tam da bu noktada yine beklediğim karşıma
çıkmadı.Bu sezon gerçekten çok iyi olmuş.Renklenen sadece görüntüleri değil
konuları da aynı şekilde daha canlı daha renkli ve güzel.Önceki sezonlarda birkaç yönetmen farklı bölümlerde
görev alıyorlardı ve bu yönetmenlerin içinde dizinin ilk yönetmeni olan Thomas
Carr da mevcuttu.Ancak bu sezonun ilk beş bölümünü yöneten Harry W. Gerstad*,
sonraki bölümleri yöneten George Blair ortaya muhteşem bir sezon çıkarmışlar.
Bu sezon AoS için daha farklı bir perspektif sunmuş demem mümkün aslında.Çünkü
iki sezon boyunca süren klasik suçla mücadele kavramından çıkılmış, suça da
suçluya da daha eğlenceli öğeler eklenmiş, konular da daha eğlendirici olmuş bu
sezonda.Kısacası, bu sezon tümüyle benden tam puan aldı diyebilirim
Önceki
incelemelerimde dizide sürekli aynı oyuncuları – temel oyuncular dışında –
görmenizin mümkün olduğunu söylemiştim.İncelemeye ilk bölümden başlayacağıma
göre bundan önceki sezonlarda yer alan ancak bahsetmediğim bir karakter vardı;
Prof. Oscar Quinn.Bu ismi canlandıran oyuncu ise Sterling Holloway** idi.Ancak
bu sezonun ilk bölümünde ( Through the Time Barrier ) yeni bir profesör ile
karşılaşıyoruz, Prof. Twiddle.Yine Sterling Holloway tarafından oynanan bu karaktere
ne kadar ihtiyaç vardı bilmiyorum, belki geçen sezonun olumsuzluklarını bir
kenara bırakmak istediklerinden olabilir.Ancak bu karakter ilk bölümden güzel bir macera yaşatmayı
başarıyor.Nasıl mı ? Bir zaman makinesi icat ederek.Daily Planet’ in editörü
Perry White başta olmak üzere, gazetenin ünlü çalışanları ve de bir suçlu olan
Turk Jackson ile 1950’li yıllardan, M.Ö. 50.000 yıl öncesine gidiyorlar ve
tabii ki bu şekilde sezona eğlenceli bir başlangıç yapmış oluyoruz. Elbette
şunu da dile getirmeliyim ki bu sezondaki bazı bölümler, Action Comics’ in bazı
sayılarına ilham kaynağı olmuşlardır, tıpkı bu bölüm gibi.***
Mesela The Lucky Cat
bölümü de sezonun en değişik bölümlerinden.Hikaye Clark ve Jimmy’ nin bir
derneği ziyareti ile başlıyor, dernek
dediysem öyle basit ve bilindik bir dernek değil, ‘’ Anti-Superstition Society
‘’ yani batıl inançlara karşı kurulmuş bir dernek.Sırf kendilerini ispatlamak
için de dernek evinin içinde neler yapılmıyor ki ? Ayna kırılıyor, merdiven
altından geçiliyor.Bölümün isminden de fark edeceğiniz, derneğin amacından da
anlayabileceğiniz gibi evin maskotu da siyah bir kedi.Bölümün gidişatını
sürprizi kaçmasın diye anlatmayacağım ama
Clark Kent’ in bölüm sonu repliği
gerçekten çok güzeldi; ‘’ Belki şanşlıyım ya da belki Superman’ im ‘’.
Bu sezon da geçtiğimiz sezon gibi gayet
yaratıcı.Özellikle yönetmenliğini Harry W.Gerstad’ ın yaptığı bölümler ayrı bir
güzelliğe sahip.Az önce bahsettiğim iki bölümün dışında aynı yönetmenin bu sezon
dahilinde çektiği iki bölümden daha bahsetmesem olmaz; Superman Week ve Great
Caesar’s Ghost.
Kal-el / Clark Kent / Superman nasıl
isimlendirirseniz isimlendirin kostümü ilk giydiğinden bu yana Metropolis ve
dünya halkına hizmetleriyle gönülde yer eden bir karakter.Bu durumda ona bir
hafta hediye etmek doğal olarak bir vefa örneği olacaktır.Ancak suç ve
suçlunun, kendisiyle mücadele eden Superman haftasında boş durmayacağını hepimiz biliyoruz.Ama biraz
daha farklı bir şey var bu bölümde.Önceki incelemelerimde bahsetmiş olduğum gibi,
bölümler aslında birbirinden bağımsız ilerliyorlar ancak bu bölüm için bunu
söylemek geçersiz.Hatırlayacağınız gibi ikinci sezonda, içime sinmeyen bir
bölüm olan The Defeat of Superman bölümünde sentetik kriptonit
üretilmişti.Sonrasında Lois ve Jimmy’ nin yardımıyla Superman her ne kadar bu
durumun üstesinden gelmiş olsa da, üretilen o kriptonit yine Superman’ in
başına bela oluyor bu bölümde.Zeki suçlularımız Cy Horton ve Matthew Tipps’ in
banka soygunu için tam da Superman haftasını seçmelerini insafsızlık olarak
nitelemekle beraber bölümün sonunda Metropolis
sokaklarının bayram yerine dönüşü ve Superman’ in televizyondan halka
seslenişini izlemek de gayet güzel bir seyir keyfi yarattı bende.
Daily Planet gazetesi
editöre Perry White, sezonun ilk bölümünden beri ne zaman kızsa, şaşırsa
ağzından bir cümleyi eksik etmiyor; ‘’ Great Caesar’s Ghost ‘’.İşte ilk
bölümden beri bu sözü tekrarlaya tekrarlaya en sonunda Sezar’ ı mezarından
kaldırıp Metropolis’ e kadar getirdi.Tabii bu işin şakası.Ancak öyle bir bölüm
ki bir an Perry White’ ın delirdiğini
düşünebilirsiniz ! Tabii Perry White’ ın bu bölümlük git-gel içindeki aklı
nedeniyle kendi odasında Clark’ ı ‘’ güç gösterisi ’’ yaparken yakalasa da bunu
kendi sıkıntılı haline bağlaması en
azından diziyi mantık çerçevesinden uzağa götürmedi – geçen sezon neydi öyle ?
-
George Blair’in yönettiği bölümlere gelirsek,
sezonun tadını kaçırmayan oldukça güzel işler çıkartmış.İlk beş bölümden sonra
yönetmen koltuğuna geçen George Blair, Test of a Warrior ve The Bully of Dry Gulch gibi hafif ırkçılık
sezdiğim, pek de beğenmediğim bölümlere imza atmış olsa da bu benim için sezonu
gölgelemedi.Hatta Olsen’s Millions bölümünde gayet eğlendim.Kadersiz Jimmy
Olsen ne kadar hızlı zengin olduysa o kadar da çabuk bir şekilde fakirleşti,
zavallım kısıldığı yerde ancak parasını yakarak kurtulabildi.
Filmdeki komedi yükünü kaldıran karakter olan
Jimmy Olsen şahsen kaç bölümdür ilgimi
çekmiyor değil.Bu karaktere hayat veren Jack Larson’ u gerçekten çok
sevdim, doğru seçim olduğunu biraz geç
olsa da üstüne basa basa söylemek istiyorum, çünkü yüzümüzü güldüren bölümlerde onun payı çok fazla.AoS’
nin ardından film ve dizilerde karşımıza mutlaka tekrar çıkacak bu karakter ve
umarım bana Jack Larson’ u
aratmazlar.Çünkü uzun zamanlar pek önemsemediğim bu karakteri sevdiren Jack
Larson, önümüzdeki filmler ve dizilerde Jimmy Olsen karakterine de ayrıca
dikkat etmeme neden olacak gibi duruyor,
çünkü kendisi bana Jimmy Olsen’ i
sevdirdi.
Her ne dersek diyelim, bu diziyi yapanlar
sezon finali yapmayı gerçekten çok iyi biliyor.Sezonun son bölümü olan King for a Day bölümü geçen sezondan
daha farklı bir işleyişe sahip.Olay daha
çok Jimmy Olsen’ in etrafında gerçekleşmekle birlikte, konu olarak da farklı.Burgonia
adlı bir ülkede devrim sonrasında
bebekken ülkesinden kaçırılarak A.B.D.’ ye getirilen Prens Gregor ile röportaj
yapma fırsatı yakalayan Jimmy Olsen’ in başına neler gelmiyor ki ! Komedi ve
aksiyonun birbirine karıştığı bu güzel sezon finali hakkında pek bilgi vermeme
taraftarıyım, mutlaka izlemelisiniz diye düşünüyorum.
Böylelikle bir sezonu daha bitirdik.Bu sezon
beni ilk bahsettiğim gibi fazlasıyla tatmin ve mutlu etti.Fikirlerin heba
edilmemiş ve güzel kullanılmış olması en iyi yönüydü.Belki çok fazla olumsuz
eleştiri yöneltmediğimi düşünebilirsiniz ancak gözüme çarpan olumsuzluklar
neredeyse yok gibiydi – ırkçılık mevzusunu saymıyorum, eğer o konuya girersem
işlerin seyri değişebilir – o yüzden sizi güzel bir sezonla baş başa bırakıyor
ve iyi seyirler diliyorum, hoşçakalın..
*
Harry W. Gerstad aynı zamanda 1966 yılındaki
Adam West’ li Batman’ in editörüdür.
**
Sterling Holloway, aslında bilindik karakterlerin çizgi filmlerinde
seslendirmeler yapmış, önemli bir isim ve aynı zamanda önemli bir oyuncu. (
bkz. Jungle Book, Alice in Wonderland, Winnie the Pooh… )
*** Bu sezon ve önceki sezonların bazı
bölümleri, Action Comics ve bazı Superman çizgi romanlarına konu
olmuşlardır.Mesela Action Comics # 200 ( 1955 ), Action Comics # 201 ( 1955 ),
Superman # 98 ( 1955 ),….
‘’ Hellbazer ‘’
0 yorum:
Yorum Gönder